31 Temmuz 2012 Salı

Ayetlerle Allah'a Teslimiyet


Alemleri yaratan Rabbimizin , herşeye gücü yeten ve her şeyin mutlak mülk sahibi olduğunu idrak eden bir mümin , hayatının her bir zerresini bu ahval üzere yaşarsa kaybedenlerden olmaz. Mümin kayıtsız , şartsız Allah'a tam olarak teslim olmalıdır. Allah'a teslimiyet demek , her şeyin sahibine gösterilecek olan en derin saygı ve muhabbet demektir. Teslim olmak ile bir nevi insan , Allah'ı kendisine vekil tayin eder. O ne güzel vekildir.

Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayet-i kerimesinde Allah'a teslimiyet hususunda bize öğütler verilmektedir...

Cenab-ı Hakk insanoğlunu bir çok şekilde imtihana tabi tutar , sabredenler olup olmadığını görmek ister. Sabredenlere müjdeler vardır...

Bakınız Bakara Suresinin 155.ayet-i celilesinde ;

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
Ve le neblüvenneküm bi şey'im minel havfi vel cui ve naksim minel emvali vel enfüsi ves semerat, ve beşşiris sabirin 
 Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber! ) Sabredenleri müjdele !

Mümin kimsenin başına bir bela geldiği zaman isyan etmez ve bu belanın Allah'tan geldiğini idrak ederek sabredenlerden olmak için sabır gösterir , şükredenlerden olmak için bol bol şükreder. Bu hali Allah-u Teala yine Bakara Suresinin 156.Ayetinde şöyle işaret ediyor.



الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ



Ellezine iza esabethüm müsiybetün kalu inna lillahi ve inna ileyhi raciun 
Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, «Biz Allah içiniz ve biz nihâyet ona döneceğiz,» derler.

Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de bir çok defa kendisine nasıl dua ile teslim olmamız gerektiğini gösterir. Bir çok ayette ne şekilde dua etmemiz gerekiyorsa o şekli bize gösterek teslim olanlardan olmamızı ister.

Örneğin Ali İmran Suresinin 26.ayet-i kerimesinde ;


قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Kulillahümme malikel mülki tü'til mülke men teşaü ve tenziul mülke mimmen teşa', ve tüizzü men teşaü ve tüzillü men teşa', bi yedikel hayr, inneke ala külli şey'in kadir 
(Resulüm) De ki: «Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden çeker alırsın ve dilediğini azîz edersin, dilediğini de zelil kılarsın. Hayır (iyilik), Senin Yed-i Kudretindedir. Şüphe yok ki, Sen her şeye ziyâdesiyle kâdirsin.»

Mümin kimse Allah'a ibadeetleri ve taatleri ile de teslim olur. Kılınan namaz,tutulan oruç , okunan Kur'an teslimiyetin bir nişanesidir. İnsana bazen şeytan ve nefs öyle vesveseler verir ki , kıldığı namazı , tuttuğu orucu malzeme yaparak insanın ibadetlerinde ki ihlası düşürmeye çalışır. Bu durumda insanoğlu bu vesveselere kapılmadan ibadetlerini Allah'ın rızası için yaptığını idrak etmelidir. 
Enam Suresinin 162.Ayetinde;

قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kul inne salati ve nüsüki ve mahyaye ve memati lillahi rabbil alemin 
 De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.

Türk Milleti yeryüzünde İslamı en güzel şekilde yaşamaya çalışan ve neredeyse bütün gelenek ve göreneklerine İslamiyetin esasiyetini nakış nakış işleyen tek millettir. İnşa'allah demeden konuşmayız ,yapacağımız her işin önüne inşa'Allah der , yada Allah'ın izniyle deriz... Bir Hadis-i Şerif'te '' İnşallah demek imanın mükemmelliğindendir'' buyrulmaktadır.
Kehf Suresi 23 ve 24. ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmaktadır.

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدً
إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ وَاذْكُر رَّبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَى أَن يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَذَا رَشَدًا
Ve la tekulenne li şey'in inni failün zalike ğada İlla ey yeşaellahü vezkür rabbeke iza nesite ve kul asa ey yehdiyeni rabbi li akrabe min haza raşeda 
Ve bir şey hakkında, «Ben bunu elbette ki, yarın yapacağım,» deme. Ancak Allah Teâlâ dileyecek olursa (yapacağım)» de. Ve unuttuğun vakit Rabbini zikret ve de ki: «Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir dosdoğru hayra (bir muvaffakiyete) eriştirir.»

Allah'a teslimiyette mümin kurbanlık koyunun kasaba teslim olduğu gibi olmalıdır. İman noktasında teslimiyet şüphesiz olmalıdır. Mümin hayatının her safhasında Allah'a teslim olmalı , Allah'ın rıza gösterdiği şekilde hayatını idame ettirmeli ve Allah zikrini terketmemelidir.

Vural Egemen Sarıgöz
01.08.2012

Abdülhamid Han (Göksultan)



Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.

Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?

Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;Halbuki o zaman sultan,insan değil, canavardı,Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı!gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılıyordu.

Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar (ve bizdeki adı ile Rumlar ); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.

Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:Türk, Musevi, Rum, Ermeni,Gördük bu rûz-ı rûşeni!şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.

İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?

İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.

Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.

Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.

Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.

Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat, dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Talif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?

Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.

Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.

Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?

Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?

Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?

“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.

Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?

Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.

Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?

O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?

Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.

Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.

Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.

Ve sokmadı da…

Ne diyelim? Durağı cennet olsun…

Nihal ATSIZ

Ocak Dergisi , 11. Sayı , 11 Mayıs 1956

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Bozulan Türkçe



Türkiye’de milli ülkünün hükümetler eliyle yok edilmesinden ve milli eğitimin başına uzun yıllar kozmopolit unsurların gelmesinden sonra kültürün bütün alanlarında olduğu gibi “dil” de de bir yozlaşmanın ve soysuzlaşmanın başladığı bilinen, görülen bir gerçektir.

Türkçeyi Türkleştirmekle, Türkçeleştiriyoruz diye bozmanın birbirine karıştırıldığı zamanımızda, ortada görülen manzara aklın, mantığın ve bilginin safdışı edilmesidir.

Halk Partisi hükümetleri zamanında okullardan Türkçe dilbilgisi (gramer)nin yıllarca kaldırılması neticesinde doğru Türkçe yazamayan birkaç nesil türediği gibi, Türkçeyi Türkçeleştirmek bahanesiyle yapılan bozmaların sonucu da ortaya dil diye gülünç bir ucube çıkarması olmuştur.

Türkçeyi yanlış kullanma hastalığı, bir zamanlar, Mareşel Fevzi Çakmak’ın Genel Kurmay Başkanlığı sırasında askerlik terimlerini makul ve mantıklı bir anlayışla, bilgi ile Türkçeleştiren orduya da bulaşmıştır.

Bunun en belirli örneği rütbe adlarında görülmektedir.Eskiden “piyade yüzbaşısı”, ”piyade binbaşısı,”topçu albayı” denirken ve şüphesiz doğrusu da bu iken şimdi “piyade yüzbaşı”, piyade binbaşı “, topçu albay “ denilmektedir. ”Piyade” ve “topçu” kelimeleri hem isim hem de sıfat olduğu için, diyelimki bu rütbe isimlerinde sıfat olarak ele alınmış ve “piyade yüzbaşı” diyerek sıfatı tamlaması (= sıfat terkibi) vücuda getirilmiştir. Fakat “istihkam”, “muharebe”, “tank”, “güverte”, “makine”, “hava” gibi sıfat tarafı olmayıp yalnız isim olan kelimelerle rütbeler bir araya gelince ortaya “makine albay”, “hava general” gibi Türkçenin kurallarına ve selikasına asla uymayan, yanlış ve acayip terkipler ortaya çıkmaktadır.

Bu yanlışın tevil tarafı, gerekçesi yoktur. Kısaltmak için yapıldığı da söylenemez. Kutlu bir varlık olan dil, kısaltmak, zamandan kazanmak için bozulamaz.

Bugünkü Türkçede iki isim yan yana gelip toplu bir mana belirttiği zaman ya ikisi ya da en aşağı biri takı alır: Türk cumhuriyeti, Türk bayrağı, evin kapısı, ulusun gözbebeği gibi. Bunların Türk cumhuriyet, Türk bayrak, ev kapı, ulusun gözbebek haline getirilmesi nasıl bir facia ise tank albay, güverte binbaşı da aynı şeydir.

İki isim yan yana geldiği halde ikisi de takı almazsa birinci isim, sıfat sıfat olarak kullanılmış demektir. “Demir kapı”, ”gümüş kutu” terkipleri kullanılış bakımından “büyük yapı” veya “ küçük kutu” terkiplerinden farklı değildir.

Coğrafya isimlerinde ikisi de takı almayan isimler “ isim terkibi” olmak halini kaybedip kaynaşmışlar, tek kelime haline gelmişler, “birleşik isim” olmuşlardır: Kadıköy, Göztepe, Tınaztepe, Adatepe gibi…

Türkçeyi yabancı ve gereksiz kelimelerde temizlerken güdülecek prensip önce Türkiye Türkçesinden, sonra öteki Türkçelerden kelime almak olmadığı taktirde Türkçenin kurallarına, kanunlarına, dil zevkine uymak şartıyla kelime türetmekti.

Acemler böyle yapıyorlar. Son zamanlarda imparotiçe veya kraliçe karşılığı olarak “Ferah Diba” için kullandıkları “şehbanu” kelimesi bunlardan biridir.Farsçanın zevkine uygundur. İlk işitende anlar.Bizde ise böyle dil zevki gibi noktalara aldıran yok. “İnkılap” yerine uydurulan “devrim” ile “hayat” yerine uydurulan “yaşantı” hiç şüphesiz Türkçeyi hiç bilmeyen cehele-i fecerenin kariha-i sabihasından çıkmıştır. Türkistan Türkçesinde “inkılap” karşılığı zaten mevcut olan “özgeriş” kelimesi alınsaydı, “başka” demek olan “özge” den çıktığı, “başkalaştırmak” manasına gelen “özgermek”ten yapılmış olduğu için hem doğru türetilmiş olacak, hem de hiç olmazsa eski edebiyatı bilenler tarafından hiç yadırganmadan kabul edilecekti?

Bunun gibi “hayat” kelimesinin Türkçesi olarak zaten eski metinlerde bulunan “dirlik” kabul olunsaydı “yaşantı” ya hiç lüzum kalmayacak, “hayat”ı atmak isteyenlerin elinede mantikı bir koz vermiş olacaktı.

Böyle yapılmadı. Şimdi herkes dili istediği gibi kullanıyor. Bu, istediği gibi kullanma yalnız şahışlara münhasır kalmayıp resmi dairelere de giriyor. İş yalnız kelime uydurmakla kalsa iyi. Türkçenin yapısı, dilbilgisi de bozuluyor ve Milli Eğitim Bakanlığı, Yemliha’yı kıskandıracak tatlı bir uyku ile uyumasına devam ediyor.

Eski Kültür Müsteşarı Adnan Ötüken’in “Türk Dili İçin Mücadele” başlığı altında yayınladığı iki broşür, bu facianın durdurulması için atılmış ilk adım sayılabilir. Adnan Ötüken bu memlekete bir Milli kütüphane kazandırmış olan şahsiyettir. Bu bakımdan hizmeti büyüktür. Türklüğe hizmetinin en büyük delili ise kültür müsteşarlığı sırasında solcuların ona “kültür düşmanı kültür müsteşarı”lakabını takmalarıdır. Hiç şüphesi uydurma ve iğrenç “tilcik”lerle, “tüm”lerle”, “ya da”larla konuşan kültür maskaraları Adnan Ötüken’in kültürünü ve milli kütüre hizmetini anlayamazlar, anlasalar da satılmış oldukları merkezlerin direktifi dolayısıyla kabul edemezlerdi.

Türkçenin bugünkü acıklı durumu karşısında çok şey yazılabilirse de burada, yayılmak istidadı gösteren bir tanesini işaret ederek geçeceğim ve söylenecek başka şeyleri ileriye bırakacağım.

Türkçenin bir kaidesi şudur:

Şahıs zamirleri “ile”, “gibi”, “için”, “kadar”, kelimeleriyle birleştikleri zaman genetif haline geçerler. Yani “benle” yerine “benimle” dendiği gibi “ben gibi” yerine “benim gibi” demek icab eder.

Yeni nesillerin benimle,seninle,onunla yerine benle, senle, onla diye konuşması Hristiyan azınlıkların Türkçesine benzemekte ve insanı Türkçeden iğrendirmektedir. Gençlere bir ders olmak üzere burada bir kaidenin listesini veriyorum.


YANLIŞ
DOĞRU
BENLE
BENİMLE
SENLE
SENİNLE
ONLA
ONUNLA
BİZLE
BİZİMLE
SİZLE
SİZİNLE
BEN GİBİ
BENİM GİBİ
SEN GİBİ
SENİN GİBİ
O GİBİ
ONUN GİBİ
BİZ GİBİ
BİZİM GİBİ
SİZ GİBİ
SİZİN GİBİ
BEN KADAR
BENİM KADAR
SEN KADAR
SENİN KADAR
O KADAR
ONUN KADAR
BİZ KADAR
BİZİM KADAR
SİZ KADAR
SİZİN KADAR
BEN İÇİN
BENİM İÇİN
SEN İÇİN
SENİN İÇİN
O İÇİN
ONUN İÇİN
BİZ İÇİN
BİZİM İÇİN
SİZ İÇİN
SİZİN İÇİN

Zamirin sonuna çoğul takısı gelince bu kaide yürümüyor: Onlarla, onla gibi, onlar kadar, onlar için. İşaret sıfatlarında da bu kaide yürürlükte değildir: O kadar, bu kadar, şu kadar, o gibi, bu gibi, şu gibi…

Türkçe yazan gençlerin bu kaideye dikkat etmelerini, konuşurken de böyle konuşmalarını kendilerinden rica ederim.

Nihal ATSIZ, Ötüken, 30 Ekim 1968, Sayı: 11

Kurtarılmamış Türkler



Türkiye dışında 60 milyon Türk, kurtarılmamış olarak yaşıyor. Osmanlı Türkleri’nin bölümleri olarak
yanı başımızda duran Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan, Batı Trakya, Rodos, Suriye ve Kerkük Türkleri’nin dışında asıl büyük Türk kesimi İran, Afgan, Sovyetler ve Çin hâkimiyetinde tutsaktırlar. Bu dört devlet kendi tabiiyetlerinde bulunan Türkler’e hiçbir hak tanımamakta, elde edilmiş bazı haklar uzun fedakârlıklarla, büyük mücadeleyle sağlanmış bulunmaktadır.
İran’daki 13 milyon Türk, bu zayıf ve iptidaî imparatorluğun en büyük unsuru olduğu halde İran’da
Türkçe öğretim yapan okul yoktur. Açılması yasaktır. Birçok devlet dairelerinin duvarlarına yalnız
Farsça konuşulacağına dair levhalar asılmıştır. İran’ın 60.000 Ermeni’si için radyoda Ermenice yayın yapılırken zengin kültürlü 13 milyon Türk için böyle bir şey düşünülmemektedir. Çünkü Farslar’ın iddiasına göre İran’da Türkçe konuşanlar aslında Fars olup Moğollar İran’ı zapdettiği zaman bunları zorla Türkçe konuşmaya mecbur etmiştir.
Bunun ne kadar gülünç bir iddia olduğu ortadadır. Aslında, Yedinci Asırdaki Arap istilâsından sonra İran tamamen yok olmuş, Araplar, İran medeniyetini kökünden kazımış, hatta Arap kanı İran kanıyla karışarak eski sarışın İran tipi ortadan kalkıp onun yerine bugünkü esmer, kara saçlı, Arapsı Acem tipi çıkmıştır.

9 – 10. yüzyıllarda Arap Abbasi halifelerine bağlı olarak İran’ın bazı bölümlerinde kurulan yerli
hanedanlar ve bunların sonuncusu ve en büyüğü olan Büveyhliler, 11. yüzyıldaki Selçuklu fütuhatıyla kaldırılmış, böylelikle İran’da dokuz asır süren Türk hâkimiyeti başlamıştır. “Moğollar’ın zorla Türkçe konuşturdukları halk”, daha Moğollar tarih sahnesinde yokken kuzeyden Hazar ve Sibir, doğudan Oğuz adıyla gelen bu Türkler’dir. Başlarındaki Çengiz Hanedanı Gök Türk soyundan olan ve Moğol’dan çok, büyük çoğunlukla Türkler’den oluşmuş bulunan Gök Moğol devleti ise 13. asırda Azerbaycan ve Anadolu’ya bir buçuk milyon Turanlı ile gelerek bu ülkelerin kesin sonuçlu olarak Türkleşmesini sağlamıştır.
İşte şimdi, bir oldu bitti ile tekrar Fars hakimiyetine geçen İran’daki 13 milyon soydaşımız İran’ın en zeki, cevvâl, çalışkan ve savaşçı unsuru olduğu halde insan haklarından mahrumdur. Onları düşünmek ve onlar için bir şeyler yapmak hakkımız ve görevimizdir.  
İran’dan çok geri, üstelik çok da yoksul olan Afganistan’ın kuzeyinde de 3 milyon Özbek ve Türkmen vardır. Afganistan’ın bu kuzey bölgesi “Afgan Türkistan”ıdır. Komünist kıyıcılığından kaçarak Afganistan’a geçen Özbek, Türkmen, pek az da Kırgız Türkü ile bugün 3 milyona varan bu Türkler, ancak %5’i okur‐yazar olan iptidai Afganlılar’ın hakimiyeti altındadır. 25–30 yıl önce, hayvan sürüleriyle birlikte Türkiye’ye göçmek isteyen on binlerce Türkmen’e Afgan hükümeti izin
vermemiştir. Bu Türklerin de Türkçe öğretim yapan okulları, radyodan Türkçe seslenen spikerleri yoktur. Afganistan denen ülke tarihteki Türk Kuşanlar’ın, Ak Hunlar’ın, Gazneliler’in, Temirliler’in ülkesidir. Afgan şehirleri bu eski Türkler’in medeniyet eserleriyle doludur. Bunları düşünmek ve onlar için bir şeyler yapmak da hakkımız ve görevimizdir.www.atsizcilar.com  
Sovyetler Birliği ise 40 milyon Türk’le en kalabalık Türk nüfusunu barındıran devlettir. Soyumuzun anayurdu oradadır. En eski tarihî anıt ve hatıralarımız oradadır. Moskofların Türk gücünü kırmak için ayrı alfabelerle ayrı millet haline getirmeye çalıştığı Kazak, Özbek, Tatar, Başkurt, Kırgız, Türkmen, Çuvaş, Karakalpak, Azerî, Oyrat, Hakaslar ve daha küçük idarî bölgelerde yaşayan Yakut Balkar, Karaçay, Nogay, Kumuk, Altaylı gibi Türkler hep oradadır. Hepsine ayrı tarihler uydurulan bu Türkler, büyük maziden ve büyük devletten gelmenin verdiği kuvvetle Moskof baskısına başarıyla karşı koymaktadır. Artık onların bilginleri ve her türlü uzmanları var. Direniyorlar.Ruslar eski saldırganlıklarını kaybetmişlerdir. Yalnız Batı’dan değil, ülküdaşları olan Çin’den de korkuyorlar. Komünizm iflâsa doğru gitmekte, Rus nüfusu yerinde sayarken Türkler çoğalmaktadır.
Karanlıklar arasından ümit şimşekleri çakmaktadır. Bu Türkler’i düşünmek de hakkımız ve
görevimizdir.

Dünyanın en kalabalık olan, belki 850 milyonluk, belki bir milyarlık Çin’deki Türkler ise daha mühim bir tehlike ile karşı karşıyadır: Bu geniş topraklara Türkler’in birkaç katı Çinli yerleştirilmesi…  Fakat tabiat kuvvetleri Türkler’i korumakta, Çin Türkistan’ında Çinliler yaşayamamaktadır. Yaşayıp üreseler bile, orada bir tek Türk kalmasa bile günün birinde o Kunlar ve Uygurlar diyarı onlardan yine alınıp Türkleştirilecektir. İçinde Türk nüfusu kalmadı diye tarihî mirasları bırakacak değiliz. Bugün Kırım’da da Türk yok ama Kırım bizimdir. Günün birinde mutlaka kurtarılacaktır.  
O Türkler’i unutmayız. Unutamayız. Bir aile, nasıl gurbette veya uzakta olmakla bir ferdini unutmazsa, bir millet de başka hakimiyetler altında yaşayan kardeşlerini öylece unutamaz. Bu sebeple nerede olurlarsa olsunlar bütün Türkler’i düşünmek, onların acı ve sevinçlerine ortak olmak, iyiliklerini istemek ve günün birinde bütün Türkler’in birleşeceklerini düşünerek bu uğurda çalışmak her Türk’ün vazifesidir.
Türk milleti büyük bir millettir. Tarihteki fonksiyonu çok büyük olmuştur. Türk devleti birkaç defa
dünyanın ve tarihin en büyük devleti haline gelmiştir. Böyle bir milleti dünya birleşse bile ortadan
kaldıramaz. 20. yüzyıl Türkler’in bütün tarihlerinde görülmedik şekilde çoğaldıkları bir asırdır. Bu asır Batı medeniyetinin ve komünizmin yıprandığı, çözüldüğü bir çağdır. Türk milletinin şahlanması için yeniden büyük önderlere ihtiyaç vardır. 20. yüzyılın son çeyreğinde (1967–2000) elbette böyle bir kılavuz önder çıkacaktır. Parti liderlerinden böyle bir önder çıkamaz. Partiler, tabiatları icabı, birbirlerini yemekle meşguldür. Önder, partilerden değil, doğrudan doğruya milletin içinden çıkarak yeni bir Bozkurt olacaktır. Tanrıkut Mete’nin, Çiçi Yabgu’nun, İstemi Kağan’ın, Kür Şad’ın, İlteriş Kutluğ  Kağan’ın, Kül Tegin’in, Bayançur Kağan’ın, Çağrı Bey’in, Oruç Reis’in ruhlarından işaret almış bir önder yüksek ahlâk ve büyük erdemle bu kutlu işi başaracaktır. Tutsak Türk Elleri ve onun Osman Batur gibi binlerce şehidi dururken, Zenci Lumumba’ya, Hoşi‐ minh’e, Mao’ya destan düzenlere lânet olsun. Milletin büyük yarını ve övüncüyle uğraşmak dururken işçi gündeliklerini hayatın en mühim meselesi haline getirmek isteyen solaklara lânet olsun. Türk ırkının yüceliği ortada iken “Ben hilâli bir Çingene ile yükseltirim” diyen yobaz köpeği susturmayan haysiyetsiz profesöre lânet olsun!
Türk’ün yıldırımı inecektir. Tanrı’nın gazabı bunların üstüne inmezse daha müthiş olan Türk’ün yıldırımı inecektir.

ÖTÜKEN Dergisi, 1975, sayı.7
Hüseyin Nihal Atsız 
Makaleler-1 Bölüm-1:Türkler

Özgün İçerik Nedir? Neden Önemlidir?



Dijital pazarlama ve arama motoru optimizasyonlarıyla ilgili makalelerde dikkatinizi çekmiştir: Herkes bir özgün içerik oluşturma olayından bahseder oldu.

Önce özgün içerik denen şeyin ne demek olduğuna bir açıklık getirelim.

Özgün İçerik Nedir?

- Özgün içerik kendi yazdığınız, kopyalamadığınız içeriktir.

- Başkalarının videolarını, infografiklerini paylaşmak özgün içerik özelliğini ihlal etmez, kendi notunuzu ve yorumunuzu altına düştüğünüz her içerik özgün içeriktir.

- Özgünlük ve güncellik birbirini tamamlayan iki kavramdır.


Özgün İçerik Neden Önemlidir?

Peki neden bu özgün içerik denen şey biz blogculara ve websitesi sahiplerine lazım diye bir soru kafanıza takılıyorsa şöyle açıklıyım: Google’ın son algoritmalarına göre en çok değer verilen şey özgün içerik de ondan…

Eskiden, Google, bir sayfanın internette ne kadar sayfada linkinin gösterildiğine bakardı. Sonra sosyal medya paylaşımlarını da az çok katmaya başladı, Google+’ya da müthiş bir avantaj yükledi ve “Blogçular biz en çok sizin insanlara yeni birşeyler vermeye ne kadar önem verdiğinize bakıyoruz” dedi ve noktasını koydu.

Bundan sonra ne yapmak istediğiniz tamamen size bağlı, biz zaten kopyala yapıştır modelini kullananlara artık Google’da yer bile vermeyeceğiz dediler. Aslında bence Google’ın yaptığı saygı duyulacak bir sonuç doğurdu.

Herkesi yaratıcılığa ve sosyal paylaşımcılığa yönelten Google, ziyaretçi trafiğini artırmak isteyen tüm websitesi sahiplerininin ve bloggerların ”özgün içerik nedir ve neden önemlidir?” sorularını sormalarına neden oldu böylece…

http://1sosyalmedya.com/ozgun-icerik-nedir-neden-onemlidir.html

Telif Hakkı ve Blog Yazarları


Son zamanlarda sosyal medya sayesinde blog yazmanın yaygınlaştığını gözlemlemek mümkündür. Çevremizde hemen hemen herkesin en az bir tane blogu vardır.

Blog yazarlığı ülkemizde çok kullanılıyor; ancak bilinmeyen noktaları da oldukça fazladır. Bunlardan bir tanesi de blogların  da içerik sıkıntısı çeken kişilerin izinsiz olarak başka sitelerden yazıları kopyalayıp ya da derleme bir yazı yaparak yayınlamalarıdır.

Aslında bakıldığında bir zararı yok diye düşünebilirsiniz.

Ancak kanunda bununla ilgili ciddi bir düzenleme var. Sanat eserlerinin ve tanınmış web siteleri yazılarının telif hakkı olduğu gibi blog yazarlarının da yazılarının korunması meydana getirilen bir telif hakkı var.

Tüm bloglar sitenin bilinirliğine bakılmaksızın 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından cezai ve hukuki düzenlemelerle korunmaktadır.

Yazınızın bir sitede, dergide, gazetede ve blogda sizden izinsiz yayınlaması halinde bununla ilgili maddi manevi hakkınızı korumak için hukuki olarak Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesine başvurup dava açabilirsiniz.

İnsanların bu konuda dikkatini çekebilmek için birçok danışmanlık firması bu konuda profesyonel olarak hukuki anlamda da destek veriyor. Ancak bunu başarabilmek için, biz tüketiciler de bu kavramın bilincinde olup bu şekilde hareket etmeliyiz. Siz de bu konuda bilinçlenip çevrenizdeki kişileri aydınlatıp, toplum olarak gelişmemize ve bu haksız tecavüzün sonlanmasına yardımcı olabilirsiniz.

Kaynak:http://1sosyalmedya.com/telif-hakki-ve-blog-yazarlari.html

Popüler Bloglardan Biri Olmak İçin


En Popüler Bloglardan Biri Olmak İçin İpuçları:


1. Kendinizi bir blog yazarı  olarak değil de, bir yayınevi yöneticisi  olarak görün.

2. Ziyaretçilerinizin fikirlerini almak için , hangi konuları ilgili olduklarını anlamak için anketler düzenleyin...

3. Popüler konular hakkında makaleler yazın..

4. Mümkün ise bloğunuzun içeriğine yardımcı olacak başka blog yazarları ile bir ekip kurarak takım halinde çalışın.Mümkün değilse bloğunuza misafir yazarlar davet edin..

5. Sosyal medya butonlarını her makalenizde kullanın. Paylaşımcılığa izin verin.

6. “Telif hakları saklıdır” yazmayın footerınıza… Kaynak göstererek herkesin kendi bloglarında makalelerinizi paylaşmasına izin verin. Paylaşımcı olduğunuzu gösterin.

7. Makalelerinizin altında yapılan yorumlara cevap verin. Soruları yanıtlayın. Kibarca size iyi dileklerini sunanları es geçmeyin. Kendinizi büyük değil, okuyucunuza yakın görün.

8. Sizi seven okuyucularınızın sizi unutmaması için e-bülten aboneliği sunun ve sakın bu e-mailları yanlış amaçlarla kullanmayın.

9. Kullanışlı ve minimal bir tasarım sunun. Blogunuzu ziyaret edenlerin rahat ve keyifli hissedeceği bir ambians yaratın.

10. Rakiplerinize benzemeye çalışmaktansa, onların doğru yaptığı şeylerin daha da iyisini yapın, eksik yaptıkları kısımları fark edin ve mavi okyanuslarda ilerleyin.

11. Rekabet içine girmeyin. Alanınızdaki en popüler blog olmak için rakiplerle değil, yaratıcılıkla meşgul olun…


25 Temmuz 2012 Çarşamba

PeenMail - Email Marketing Servisi


Yeni açılan birçok firma kendini tanıtmak, duyurmak ister. Bunun için yüksek maliyetli onlarca reklamlar verebilir. Fakat belli bir aşamadan sonra reklam vermek hem yöneticileri maddi açıdan sıkıntıya sokar hem de onlarca paraya karşı istenilen etkiyi uyandırmayabilir. Bu sebepler karşısında e-mail marketing devreye girer.

Email marketing, e-posta servislerinin ürün tanıtımı ve müşteriye ulaşım amacıyla kullanılması demektir. İlk akla gelen spam maillerden, tamamiyle uzak olan bu sistem kullanıcıların ilgi alanına bağlı olarak ürün ve hizmet gibi işlerin bilgi maillerini atmaya bağlıdır.

E-mail marketing'in normal reklamlardan daha ucuz ve daha etkili bulunduğu söylenmektedir. Kişilerin ihtiyaçlarına yönelik mail bildirimi prensibiyle iş yapıldığı için, reklamlar daha çok o konuyla ilgilenen kişilere ulaşmaktadır.

E-mail marketing'in de yaptırdığınız tüm işlemler gibi vereceği geri dönüş sayısı tamamen işlemi yapanın kalitesiyle ilgilidir. Yani e-mail gönderimi yapan kişilerin iş hakkındaki bilgisi,donanımı ve yeterli iletişim adresi olup olmamasına bağlıdır. Bu servisin size geri dönüşü de buna göre değiştirmektedir.

Özellikle Türkiyede pek yaygınlaşmamış olan bu sistem, giderek kendini göstermeye ve bu yolda çalışacak firmalar üretmeye başlamıştır. E-mail marketing Türkiye üzerinde yeni kurulmaya başlayan bir iş dalıdır.

PeenMail, digital pazarlama ve e-mail marketing üzerinde çalışmalara başlayan Türk firmalarındandır. Kaliteli yönetim kadrosu ve bu kadroya bağlı olarak hızlı iletişim yeteneğine sahiptir. Tasarımsal bütünlüğü olarak da kullanıcılara kendisini beğendirmeyi başarabilen PeenMail kendi sitesinde siz değerli kullanıcılarına e-marketing ve e-mail marketing kavramlarını açıklamıştır.

Sosyal medyada iletişim kurabileceğiniz ve üzerine bilgi alabileceğiniz PeenMail'e peenmail.com adresinden ulaşabilmeniz mümkün. E-mail marketing adına başarılı çalışmalar sunabilecek kadrosu ile siz değerli müşterilerini memnun edebilecek kapasiteye sahip.

PeenMail web sitesindeki geri sayım sona erdikten sonra kendi çalışmalarına başlayacaklarını belirttiler. Facebook ve Twitter üzerinde bulunan hesapları ile iletişim kurma imkanınız vardır.

E-mail marketing işinde destek alacaksanız kalitenin önemli olduğunu ve bu kaliteyi size sunabilecek seviyeye sahip şirketlerle çalışmanız gerektiğini unutmayın.

Yani PeenMail Tam Sizin Adresiniz!

3 Aptal Filmini İzledim...


Son zamanlarda izlediğim en güzel filmi sizlerle paylaşmak istiyorum. Belkide izlediğim en güzel filmler listesinde 1. sıraya bile oturur. Öyle bir film ki hayatın içinde insanın nasıl davranması gerektiğini anlatıyor. 

Sistemin düdüklü tenceresinde kelle paça gibi pişmek yerine , sistemin tekerine çomak sokarak daha iyi bir dünya kurma düşünü kurduruyor insana... bu film ile birlikte Aamir Khan isimli bir Hindistanlı aktör, yönetmen, müzisyen,senarist ve daha bir çok özelliği bulunan bir adamı da tanımış oldum. 

Bu vesile ile diğer filmlerine de göz attım. Ghajini isimli filmini , Fana isimli filmlerinde çok beğendim. Alışılmış hollywood filmlerinden sıyrılmış bir yapıda ilerliyor filmleri... 

Gelelim filmimize... 

Mühendislik Fakültesinde okuyan öğrencilerin iyi bir gelecek için çok çalışmaları gerekmekte ve mezuniyetleri ile birlikte iyi bir işe girme imkanları vardır. Bu sistem içerisinde Ranço isimli bir öğrenci sistemi değiştirmek adına 2 arkadaşı ile birlikte mücadele vermektedir. İnsanları yarış atı gibi değil de bilgi ile coşturmak amacındadır... 

Filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim . Film bir hint filmidir ancak Amerikan filmlerinden hiç de bir farkı yoktur... çocukluğumuz HBB kanalında çıkan hint filmleri tarzında değildir...

Filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim...

Vural Egemen Sarıgöz
26.07.2012

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Hürriyet E-Gazete Uygulamasında Büyük Yenilik: Son Baskı


Hürriyet e-gazete’nin yenilikçi uygulaması Hürriyet Son Baskı, her akşam günün kapsamlı bir özetini çıkararak sabahtan akşama dünyada ne oluyorsa tam 18.30’da bizlere sunuyor. Gündemin sıcak gelişmeleri, Hürriyet yazarlarının başka hiçbir yerde bulamayacağınız yazıları, geniş fotoğraf ve video galerisi ise bu uygulamayı çok daha ilgi çekici kılıyor.

Hürriyet e-gazete’nin arayüzü ise oldukça kullanıcı dostu. Haberler arasında kolayca gezinebiliyor, istediğiniz haberin ayrıntılarına ulaşabiliyorsunuz. Hürriyet e-gazete, yüksek kaliteli fotoğraf ve videolarla zenginleştirilmiş haber içerikleri sayesinde tablet bilgisayarların sunduğu tüm olanaklardan yararlanabileceğimiz yepyeni bir Hürriyet deneyimi sunuyor bizlere.

Hürriyet Son Baskı’nın en dikkat çeken özelliklerinden biri de günün kapsamlı bir özetinin yanı sıra, yalnızca Son Baskı’da bulabileceğiniz özel içerikler sunuyor olması. Bunlar neler mi?

- Sosyal medyadan derlenen popüler konular,
- Hürriyet yazarlarının sıcak gelişmelerle ilgili anlık yorumları,
- Günün tartışmalı konusu hakkında uzman yorumlarının alındığı “Şehriban Oğhan Soruyor” köşesi,
- Emre Özpeynirci’nin hazırladığı Otomobil köşesi,
- Gündemdeki kültür-sanat gelişmeleri ve Son Baskı’ya özel daha pek çok içerik!

Dijital gazeteciliğin öncüsü Hürriyet e-gazete, en yenilikçi uygulaması Son Baskı, ana gazetesi, tüm ekleri, ve geniş arşiviyle Apple Store ve Android Market’te!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

20 Temmuz 2012 Cuma

Ramazan'ımız Mübarek Olsun..

Ramazan ayımızın Türk-İslam Alemine mübarek olmasını dilerim. İnşaAllah bu mübarek ramazan ayında derdi olanlar derman , sıkıntısı olanlar çözüm , hastalığı olanlar şifa bulur. Cenab-ı Allah'tan dilerim ki , mübarek ramazan ayını tövbe ile , ibadet ile en verimli şekilde geçirmemiz nasip olur.Tekrar Ramazan ayımız mübarek olsun...

Vural Egemen Sarıgöz
20/07/2012


11 Temmuz 2012 Çarşamba

Eğer Bir Çocuk...



Eğer bir çocuk kınanarak yaşarsa suçlamayı öğrenir.
Eğer bir çocuk düşmanca davranışlar içinde yaşarsa kavga etmeyi öğrenir. 
Eğer bir çocuk alay edilerek yaşarsa sıkılganlığı öğrenir 
Eğer bir çocuk utanç içinde yaşarsa suçluluk duymayı öğrenir. 
Eğer bir çocuk hoşgörüyle yaşarsa sabırlı olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk teşvik edilerek yaşarsa güvenmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk değer verilerek yaşarsa saygı duymayı öğrenir.
Eğer bir çocuk eşitlik ortamında yaşarsa adaleti öğrenir.
Eğer bir çocuk güven duygusu içinde yaşarsa inanmayı öğrenir. 
Eğer bir çocuk beğenilerek yaşarsa kendisinden hoşlanmasını öğrenir.
Eğer bir çocuk kabul ve dostluk yaşarsa dünyada sevgi aramayı öğrenir. 
Çocukların öğütten çok iyi örneğe ihtiyaçları vardır. 
Çocuğun aynası anne ve babasıdır. Bu aynadan daima güzel şeyler görmelidir. 
Çocuklarınıza vereceğiniz en güzel ve değerli hediye ilgi ve zamanınızdır.
Çocuklar, hayat piyangosunun çok pahalı alınmış biletleridir. 
Bu bilete büyük ikramiye vurması ya da boş çıkması sizin elinizdedir. 
Çocuklar donmamış beton gibidir. Üzerlerine ne düşse iz yapar.
Çocuklara yüz değil, kulak vermeli.

Kaynak:Lord Kyron

10 Temmuz 2012 Salı

Vird Adabı



Sâdât-ı Kiram’ın isimlerini ezbere bilen ergenlik çağına gelmiş herkes beş bin kalb zikri alabilir. Onbeş yaşından küçük çocuklara, isterlerse vird dersi verilebilir, onbeş yaşına kadar beş binde devam ettirilir.

Zikir abdestli iken yapılır. Zikir sırasında abdest bozulursa yenilenip kaldığı yerden devam edilir veya daha sonra çekilir.Vird kıbleye karşı oturarak çekilir. Mümkünse âdâp üzere oturulur. Ancak bir hastalık veya sıkıntı hâlinde vaziyetine uygun bir şekilde oturabilir. Zikre ilk defa başlayan mürid tespihini elli defa döndürür. Bunun için ne kadar vird çektiğini anlamak amacıyla sol elinde ikinci bir tespih kullanır.

Yirmi dört saat içinde sadece bir kez vird çekilir. Günün hangi saati virdin ilk başlangıcı olarak tespit edilmişse, mürid ertesi gün o saate kadar virdini tamamlamalıdır. Her müridin, virde başlama-bitirme saatleri farklı olabilir. Ancak virdi her yeni günün sabahından başlayıp o günün yatsı namazının son vaktine kadar bitirmek güzel olur.Kalb zikri olan vird dersi, bu yolda ilerlemek isteyenlere verilir, kimse bu dersi yapmaya zorlanmaz.Kalb zikri beş bin ile başlar. Yirmi bir binde biter. Bundan sonra 23 yirmi üç bin ile letâif zikri başlar, yüz bir (101) bine kadar devam eder.



Vird bir oturuşta tamamlanırsa güzel olur. Ancak durumu müsait olmayanlar virdini birkaç oturuşta tamamlayabilir. Ara verilerek devam edilecek ise mutlaka Fâtiha sûreleri okunmuş, tespih en az birkaç defa döndürülmüş olmalıdır. Bu bir usûldür. Fatihalar okunduktan sonra tesbihe başlanmadan ara verilecek olursa, tekrar oturuşta Fatihalar yeniden okunur.

Usûlüne uygun olarak virde ara verilmiş ise, yeniden başlanacağı vakit artık Fâtiha sûreleri okunmaz. Sadece yirmi beş defa ‘estağfirullah’ denilerek zikre başlanır.Günün her ânı vird çekilebilir. Sadece akşam ile yatsı vakti arasında, rabıtanın önceliği vardır. Mürid namazı kılmış, rabıtasını tamamlamış ve vakti varsa virdini çekebilir. Ancak Sadatlar bunu hiç yapmamışlardır.Vird için sabah ve akşama giriş vakitleri tavsiye edilir.Tesbih taneleri işaret parmağı ile hızlıca tek tek döndürülür, kasıtlı olarak atlanmaz. Ancak kasıtsız olarak aradaki atlamalar için bir şey gerekmez.

Zikirden maksat Yüce Allah’ı birlemek ve yüceltmektir. Tesbih tanelerine takılmaya gerek yoktur. Zikir esnasında sayı saymaya değil, kalbi zikirde toplamaya çalışmalıdır.Tesbihi döndürürken, yanlışlıkla meydana gelen şaşırma, atlama gibi durumlar için bir şey gerekmez. Ancak çok uyku, yorgunluk, sinir ve sıkıntı anlarında vird çekmemelidir.Vird çekerken sayı tespihinin neresinde kaldığını karıştıran veya unutan kişi, tahmin ettiği en az sayıdan başlar.Virdini çekemeyen mürid, bu yoldan uzaklaşmış sayılmaz. Ancak zikirle gelecek faydaları kaçırmış olur. Vird, nefsin terbiyesinde ve kalbin temizlenmesinde en başta gelen bir ameldir. Virdi olmayanın vârîdi/manevî hâli ve feyzi olmaz denmiştir. Vird olmadan, gerçek müridlik yapılmış olmaz.Başladıkları dersi artırmak isteyenler, mürşidine veya onun görevlendirdiği kişilere (vekile) müracaat ederler. Vekil, belli bir yere ve sayıya kadar vird artırmaya yardımcı olabilir. Ondan sonrasını mürşide bizzat sormalıdır. Vird, en az dört ay çekildikten sonra artırılmalıdır. Özel bir durum olursa, mürşide danışarak daha önce de artırmak mümkündür. Vekil, kimseyi virdini artırması için zorlayamaz.

Kimsenin vird süresini takip etmesi gerekmez. Sofiye vird tavsiye ve teşvik edilir, kendi gönlü ile müracaat edenin virdi usulünce artırılır. Vekil, yirmi bir bine kadar artırabilir. Artış, ikibin ikibin olur. Mürşid ise, gerekli gördüğü kadar artırır.Vird çekerken vücutta meydana gelen ağrı, yanma, batma, bayılma, sızı gibi haller, virdi artırma sebebi olabilir. Ancak vekil, bu tür hallerde virdi bırak diyemez, durumu mürşide bildirir. Şehadet parmağı olmayanlar vird çekemezler, hâllerine uygun zikir dersleri alırlar.Gününde çekilememiş olan vird, kaza edilmez. En dar anlarda virdi terk etmek yerine, Fâtihâları okuyup hediye etmek ve bir miktar tespih çekmek gerekir. Bunun da feyzi ve faydası vardır.Hareket hâlindeki araçta vird çekilmez. Yolculuk sırasında mürid vird dersini çekemediği için zarar görmez. Ancak kalben uyanık olmaya ve bir sayı düşünmeden kalbiyle zikretmeye çalışmalıdır. Bunu her durumda yapabilir.Normal şartlarda örtüsüz vird çekilmez. Ancak kişi örtü yerine kullanabileceği herhangi bir şey bulamazsa veya bunaltıcı sıcaklık varsa örtü kullanmayabilir. Bu da izne tabidir.Örtü kullanılmadan vird çekileceği zaman önünü bir duvara veya direğe getirmeli, insanların gelip geçeceği yerlerde virde oturmamalıdır.

Mürid hiçbir virdi kendi başına artırıp eksiltemez. Kendi başına mürşidinin verdiği zikirlerin dışında yeni zikir çeşitleri tercih edemez. Ederse ilerleyemez ve şeytanın hilelerinden emin olamaz. Bu işte asıl fayda kâmil mürşide itaattedir. Günlük işlerin önünde veya sonunda okunan ve vird hükmünde olmayan dua ve zikirler serbesttir. Onlar o işin ve vaktin sünnetidir, herkes yapabilir, yapmalıdır. Salavat okumayı günlük vird hâline getirmek isteyenlerin bunun için izin ve talimat almaları güzel olur. Vird hâlinde okunacak salavatlar için “Delailü’l-Hayrât” kitabı tavsiye edilir.Herkes günde istediği kadar Kur’an-ı Kerim okuyabilir. Ancak büyükler başlanan bir amelin az da olsa devamlı olmasını tavsiye ediyorlar. Bunun için her gün bir cüz Kur’an okumak ve ayda bir hatim yapmak en güzelidir.

Vird ve diğer zikir çeşitleri ile yetinerek Kur’an okumasını ihmal etmek doğru değildir. Her gün beş on sayfa salavat okurken, bir sayfa Kur’an okumamak, adaba aykırıdır. Hele bütün gününü işe ve hizmete ayırırken, farz namazlarında okuyacağı Kur’an’ı öğrenmek için biraz vaktini ayırmamak, şeytanın bir hilesidir; zarardır, tasavvuf büyüklerinin usul ve adabına aykırıdır.

Tövbe Adabı ve Sekiz Şart



Nakşibendi olabilmek ve bu yolda ilk adamı atmak için bir takım yapılması gereken şeyler vardır. Tövbe etmek dinimizin ve Nakşibendiliğin ilk kuralıdır. Her müslüman sık sık tövbe etmeli ve tövbesinde samimi olmalıdır. Peygamberimiz de bir hadisinde ''Tövbe eden Allah'ın sevgilisidir, günahlardan tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir" buyurmuştur.

Tövbe etmeninde bir usulü bir adabı vardır. Tövbe edecek kimse bir vekil vasıtası ile tövbe etmeli ve kendisine bidirilen 8 şartı tövbe adabı ile yerine getirmelidir. 8 Şart ve Tövbe adabı şöyledir;


1-)Tövbe niyetiyle abdest almak;
''Niyet ettim Allah rızası için tövbe niyetiyle abdest almaya'' diyerek niyet edilir ve normal namaz abdesti alınır. Bu abdest alınırken su ile yıkadığımız uzuvlarımızın günahlardan arındığını ve su ile akıp bedenimizin temizlendiğini düşünürüz.

2-)Tövbe niyetiyle gusül (boy) abdesti almak;
''Niyet ettim Allah rızası için tövbe niyetiyle gusül abdesti almaya'' diyerek niyet edilir ve gusüll abdestinin gerekleri yerine getirilir. Gusül abdesti alırken tüm günahlarımızdan su ile birlikte arındığımızı ve bütün günahlarımızın azalarımızdan akıp gittiğini düşünürüz.

3-)Tövbe niyetiyle istihare namazı kılmak;
İstihare namazı kılarken mümkünse , tövbe eden kişi biliyorsa zamm-ı sure olarak Kafirun ve ihlas surelerini okumalıdır. bilmiyorsa bildiği dualar ile kılmalıdır.

4-) Tövbe etmek;
''Yâ Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan en pişmanım.Keşke yapmasaydım. İnşâllah bir daha ben yapmayacağım'' diyerek üç kere tekrarlanır ve tövbe edilmiş olur.

5-)Estağfirullah demek;
Gözler kapalı bir şekilde 25 defa '' Estağfirullah'' denir.

6-) Sekiz adet Fatiha okuyup hediye etmek;
Her bir Fatiha '' Resulallah efendimizin(s.a.v) ruh-i saadetlerine , âl ashabının ruhlarına  ve sadat-ı kiramın ruhlarına hediye edilir.

7-) Ölüm rabıtası yapmak;
Gözler kapalı bir şekilde işlediğin günahları düşünüp ve en nihayetinde ölümün gelip ruhunu teslim ettiğini , yıkanıp kefenlendiğini , yakınlarının ağlaşıp üzüldüğünü , kabire kanup üzerine toprak atılıp daha sonra tüm tanıdıklarının mezarlıktan ayrılıp gittiğini ve kendisinin mezarda tek başına karanlıkta kaldığını sorgu meleklerinin gelip sorguladığını düşünür ve dolayısıyla ölüm rabıtası yapılır.

8-)Mürşid rabıtası yapmak;
Mürşid ; bağlı olduğumuz Allah dostuna denir. İlmi ve maneviyatı yüksek kişiler Allah dostudur. Sadat-ı Kiram'dır. Mürşidi yüksekçe bir tahtta oturduğu üzre hayal edilir ve gökten mürşidin üzerine bir nurun indiğini o nurun da mürşidinin iki kaşının ortasından çıkarak kendi üzerine geldiğini gözünden veya kalbinden vücuduna girerek nurunun kendimize geçtiğini düşünür ve bu hale mürşid rabıtası deriz. Mürşid rabıtası Allah'ın dostuna bahşettiği nurdan faydalanmak ve mürşid ile maneviyatta bağlantı kurmak için yapılır.

Sekiz şart adabına uygun yapıldıktan sonra Hatme ve Rabıta talimatı almalıdır. bu talimatları tövbe etmesine yardımcı olan vekilden alabilir.

Tövbe alan kimse en kısa sürede kazaya kalan namazlarını eda edip , oruç borçları varsa ödeyip kul haklarını ödemelidir.

Sadat-ı Kiram'ın isimlerini ezberleyenler vird talimatı alabilirler.
Sadat-ı Kiram'ın isimlerine buradan ulaşabilirsiniz.

Allah(c.c) tövbelerimizi kabul eylesin. Amin...

Sadat-ı Kiram Nedir?

Gavs-ı Sani K.S ( Seyyid Abdülbaki El Hüseyni Haretlerinin bir resmidir.


Sadat, Arapça olan Seyyid kelimesinin çoğuludur. Seyyid Türkçe karşılığı olarak sözlüklerde , Efendi, Reis, büyük zat manalarına gelir. Dini bir terim olarak Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü vesselam'ın soyundan gelenlere seyyid denildiğini biliyoruz.

Kiram kelimesi de yine arapça olan Kerim kelimesinin çoğuludur. Cömert ve şerefli manalarına gelen Kerim aynı zamanda Yüce Allah'ın 99 isminden birisidir.

Bunlara göre Sadat-ı Kiram'ın manası Cömert ve şerefli olan Efendilerimiz şeklinde düşünülür.

Bu tabir genelde günümüzün tarikatlarında tarikat büyüklerine genel olarak verilen bir isimdir.

Ehl-i Beyt yani Peygamber efendimizin soyundan gelenleri sevmeyi bize Kur'an-ı Kerim şu şekilde emrediyor.

''Ben peygamberlik hizmetime mukabil sizden bir ücret talep etmiyorum ancak ehl-i beytimi sevmenizi bekliyorum'' (Şura Suresi 23.Ayet-i Kerime)

Bu sebeptendir ki İslam büyüklerine , Allah dostlarına , Bir mürşid-i Kamil'e intisap etmek çok mühimdir.

Bu hususta da bir hadis-i şerfite şöyle buyrulmaktadır ;

'' Ben size iki halife (benden sonra benim görevimi devam ettiren iki şey) bırakıyorum. Bunlardan biri; gökten yere uzatılmış Allah’ın kitabı, diğeri de ehl-i beytimdir. Bu ikisi (kıyamet günü) (Kevser) havuz(u) başına gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar.” İmam Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bu hadis hasendir. (bk. Mecmau’z-zevaid, 9/162).

 Nakşibendi Tarikatının Menzil Koluna ait Sadat-ı Kiram Silsilesi şu şekildedir.


1-)Şah-ı Nakşibend (K.S)
     Şeyh Abdülkadir-i Geylâni (K.S)

2-)Şeyh Abdülhalîk-î Gucdûvani (K.S)
     İmam-ı Rabbani (K.S)

3-)Şeyh Mevlâna Hâlid  (K.S)
     Seyyid Abdullah (K.S)

4-)Şeyh Seyyid Tahâ (K.S)
     Seyyid Sıbgatullah Arvasî (K.S)

5-)Şeyh Abdurrahman-ı Tâhi (K.S)
     Şeyh Fethullah (K.S)

6-)Şeyh Muhammed Diyâüddin (K.S)
     Şeyh Ahmet Hâznevi (K.S)

7-) Şeyh Seyyid Abdulhakim Hüseynî (K.S)
      Şeyh Seyyid Muhammed Raşid Hüseynî (K.S)

8-)Gavs-ı Sâni Hazretleri...( Seyyid Abdülbaki El Hüseyni Hz.)

Not: (K.S)'nin açılımı ''Kaddesallahu Sırrahu'' dur. Anlamı '' Allah sırrını pak ve temiz kılsın''demektir.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Osman Öztunç -Selam Olsun


Osman Öztunç'un benim nazarımda iki türlü hasleti vardır. Birisi tasavvuf ehli olup yolunun Allah yolu olmasıdır diğeri de Ülkücü Dünya görüşüne sahip olmasıdır. 

Her haliyle benim manevi hallerime dişlileri oturan bir zat-ı muhterem olması sebebi ile farklı bir muhabbet ile nazar ederim... 

Osman Öztunç'un şarkılarını dinledikçe derin manalar görmeniz mümkündür. Birazdan dinleyeceğiniz şarkı tam bir mana aleminin derinliklerinden kopup gelen sözlerle bezenmiş bir eserdir. 

Allah(c.c.) ondan razı olsun. Sözleri internette hiç bir sitede yer almıyor sanırım kimse zahmet edip sözlerini yazmamış yada bir çok kişi bu eserde ne dendiğini anlamamıştır. Buyrun...



Şol geceye şol gündüze
Selam olsun , selam olsun,
Er-Rahman Allah
Er-Rahim Allah
Haberci ile ansıza,
Selam olsun, selam olsun,
El-Habir Allah,
El-Halil Allah,
Resulün saldığı üne
Ün ile çevrilen düne
El-Mecid Allah,
El-Kuddüs Allah,
Ünün getirdiği güne,
Selam olsun,selam olsun

El-Aziz Allah,
El-Cabbar Allah,

Ulaşayım toptan haca,
Bulaşayım ucdan uca,
El-Rezzak Allah,
El-Fettah Allah,
Bizi dolaştıran güce,
Selam olsun , selam olsun

El-Halim Allah
El-Alim Allah

Teslim olmuşum bir cana,
Cesedim kalsın cihana,
El-Mukit Allah,
El Mucib Allah...
Bu cihandan o cihana,
Selam olsun, selam olsun

El-Evvel Allah,
El-Ahir Allah,

Deccal merkebe deh diye,
Mümin deccala puh diye
Ahmet Murtaza Mehdiye,
Selam olsun , selam olsun

Osman Şeyhinden şaşmaya,
Yolları ayrı düşmeye,
El-Zahir Allah,
El-Batın Allah,
Huzurunda Görüşmeye,
Selam Olsun, selam olsun

Es-Selam Allah,
Selam olsun...

Söz-Müzik:Osman Öztunç